KADIN MESELESİ

KURAN’IN DİNİNDE KADIN – UYDURULAN DİNDE KADIN

Geleneksel Din Algısında Kadınların Yeri
Resim : Geleneksel Din Algısında Kadınların Yeri

 

Geleneksel din anlayışı en çok kadınlarla ilgili konularda dine ilaveler yapmıştır dersek abartmış olmayız. Kadını köleden beter yapan, kadının erkek egemen toplumda sadece ev işinde ve cinsellikte kullanılmasını, hiçbir alanda kadına hak tanınmamasını savunan izahlar; toplum nezdinde kabul görsünler diye uydurma hadislere ve mezhep izahlarına dayandırılmış ve bu bakış açısı geniş bir kesime “din” diye yutturulmuştur. Saf dindar kadınların birçoğu, Kuran’ın anlattığı İslam ile bu uydurmaları ayırt edemedikleri için Allah’ın rızasını umarak bu uydurmalara göre yaşamaya çalışmış ve kendilerini mezhepçi-gelenekçi erkeklerin sınırlarını çizdiği kapkara bir dünyada bulmuşlardır. Mezhepçi-gelenekçi zihniyeti benimseyenler, “Peygamberimiz cennetin annelerin ayaklarının altında olduğunu söylemiş, kadınlar annemizdir, bacımızdır…” gibi laflar ederek, kadınlara çok değer verdiklerini göstermek istemektedirler. Oysa birazdan kadınlarla ilgili mezhepçi kaynaklardaki izahları incelediğimizde, gerçekte kadına ne kadar değer verdiklerini iyice anlayacağız.

 

KADINLARLA İLGİLİ MEZHEP VE HADİS KÖKENLİ UYDURMALAR

 

Bu uydurmaların yapılışındaki en temel hedef, kadının erkeğine kayıtsız ve şartsız itaatini sağlamak olmuştur. Hadis kitaplarının ve mezhep kurucularının hepsinin erkek olmasının da elbette ortaya çıkan bu manzarayla ilgisi vardır. Uydurma hadislerle, kadının erkeğe itaati bir ibadet gibi sunulmuştur:

Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim.

Tirmizi, Rada; Ebu Davud, Nikâh;
Ahmed b. Hanbel, Müsned; İbn Mace, Nikâh

Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese, yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz.

İbni Hacer El Heytemi; Ahmed b. Hanbel, Müsned

Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz.

Hafız Zehebi, Büyük Günahlar

 

En titiz hadis çalışmalarında alıntıladığımız hadisleri görmemiz “Kuran, yalnız ve yalnız Kuran” diye niye defalarca tekrar ettiğimizin anlaşılmasını bir kez daha sağlayacaktır. Yukarıdaki uydurmaları Peygamberimiz’e atfedenler, ne yazık ki bu uydurmaların reddi olan Kuran’ın anlattığı İslam’a uymayı “Peygamber düşmanlığı”, bu uydurmaların kabulü olan hadislerin, mezheplerin, geleneklerin İslam’ını ise “Peygamber’i sevme göstergesi” ilan ediyorlar. Böylece kadınları eksik akıllı ve eksik dinli ilan edenler, hem Peygamberimiz’e iftiralar atmakta hem de dine büyük zarar vermekteler. Bir de Peygamberimiz’e atfedilen şu uydurmaları inceleyelim:

Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.

Buhari

Çok lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen, aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim.

Müslim, İman; İbn Mace, Fiten

Kadını Erkeğin Kölesi Yapan Zihniyet
Resim : Kadını Erkeğin Kölesi Yapan Zihniyet

 

Kadınları erkeğin kölesi yapan zihniyet, bununla yetinmeyip kadınların çoğunu cehennemlik, dinen eksik ilan edip, Kuran’da olmayan din anlayışları sunmuşlardır:

Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.

Buhari

 

Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben, Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm.

Müslim, İman; İbn Mace, Fiten

Kadını Cehennemlik Yapan Hadisler
Resim : Kadını Cehennemlik Yapan Hadisler

 

KADINA CENNET VİZESİ KOCADAN

 

Kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu iddia eden hadislerin yanında, kadının cennete gidişi için kocasının kendisinden memnuniyetini şart olarak gösteren hadisler de uydurulmuştur.

Bir kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse cennete girer.

Riyazus Salihin

Kadına Şiddet
Resim : Kadına Şiddet

 

Müslim de, Buhari de, Tirmizi de, Muvatta da, Şii kaynaklar da Emevi ve Abbasi döneminde uydurulmuş, bazı kişilerin kadına kendi bakış açılarını dinselleştirmeye çalışmalarının ürünü olan bu tip uydurmalarla doludurlar. Oysa Kuran’ın hiçbir yerinde, biraz önce örneklediğimiz tipteki hadislerde olduğu gibi kadınların çoğunun kötü, cehennemlik, dinen eksik olduğu geçmez. Kuran’ın kendi çağının üstünde bir anlayışla yazıldığının sayısız göstergelerinden birisi budur; eğer Kuran kendi kültürünün etkisi altındaki bir insan tarafından yazılmış olsaydı, Kuran’da da döneminin hakim anlayışının yansımaları olması kaçınılmazdı. Kuran, üstünlüğü erkek veya kadın olmaya değil, Allah’a yakın olmaya, Allah’ın dininde titizliğe bağlar.

 

Ey insanlar! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır.

49-Hucurat Suresi 13

 

Ayetten de anlayacağımız gibi Kuran, üstünlüğü bir ırka, bir kabileye veya erkek, kadın gibi bir cinsiyetten olmaya değil, Allah’ın dinine titizlik ve Allah için hatalardan sakınma tipi manalara gelen “takva”ya bağlamıştır. Oysa buraya kadar gördüğümüz hadislere göre kadın olmak daha baştan cehennemlik olma ihtimalini arttıran bir unsurdur. Bu zihniyet, eksik ve cehennemlik ilan ettiği kadını, ezik karakterli bir varlığa dönüştürüp, kayıtsız şartsız erkeğin kumandasına verir ve bu anlayışı da “din” diye insanlara dayatır. Kuran’ın anlattığı İslam’ın bu uydurulmuş dinden neden ayrılması gerektiğini daha da iyi anlamak için “en itibarlı” uydurma kaynakları incelemeye devam edelim:

Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.

Müslim, Salat; Tirmizi Salat; Ebu Davud, Salat

Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.

Ebu Davud, Tıb; Müslim, Selam; Buhari, Nikâh

 

DİŞSİZ, TİPSİZ, YAŞLI KOCALARIN KURTULUŞU

Yaşlı Adam
Resim : Yaşlı Adam

 

Aşağıda kadını uğursuz ve namazı bozucu ilan eden anlayışın çok itibar ettiği İmam Şarani ve İmam Gazali gibi düşünürlerin kadının neden evde tutulması gerektiği ile ilgili açıklamalarını, ayrıca kadınların süslenmesini haramlaştıran bazı hadisleri okuyacaksınız:

İçinizden biri yaşı ileri, ağzındaki dişleri dökülmüş, görünüş itibarıyla da çok çirkin olabileceği gibi aksine karısı da genç ve güzel olabilir. Bu genç ve güzel kadın, çarşıya çıktıktan veya davet edildiği düğün ve ziyafetten evine döndükten sonra dışarıda gördüğü yakışıklı erkeklerle yaşlı ve dişleri dökülmüş kocasını kıyas ederek kocasının yüzüne dahi bakmak istemez. Belki kocasının kendisini öpmesini ve cinsel ilişkide bulunmasını dahi istemez. İşte genç kadının erkeklerin çokça bulunduğu çarşı, pazar, şenlik ve toplantı yeri gibi mekânlara gitmesinin kadın üzerinde yapacağı etki en azından budur.

İmam Şarani, Uhudül Kübra

Dövme yapan ve yaptırana, yüzündeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.

Buhari

Takma saç takan ve taktıran, kaşları incelten ve incelttiren, dövme yapan ve yaptıran lanetlenmiştir.

Ebu Davud

Eğer bir kadın peruk takarsa, eğer kol ve yüzüne dövme ya da ben yaparsa, yüzünden ve kaşlarından cımbızla kıl aldırırsa, yüzüne güzellik vermek için şekil değiştirirse lanetlenmiştir.

İmam Şarani, Uhudül Kubra

Bir hadise göre ashabı kiram, eşlerinin, pencere ve kapı aralıklarından dışarıyı seyretmelerini ve erkek görmelerini önlemek üzere evlerinin pencerelerini sıkı sıkıya kapatırlar ve dışarıya bakanlara dayak atarlardı.

İmam Gazali, İhyayı Ulumuddin

Kadınları zarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar da kıyafetsiz bırakınız. Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelce giyinirlerse onlar için dışarı çıkıp gezmekten daha sevimli bir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz da çıplak kalırlarsa onlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur.

İbnül Cevzi, Mevzuat; Suyuti, Lealil Masnua; İbn Arrak, Tenzihüş Şeria

Kadınlarınıza evlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmak arzusu gelir.

İmam Gazali, Kimyayı Saadet; İbn Ebi Şeybe, Musannaf

Kadına Şiddet
Resim : Kadına Şiddet

Dışarı çıkması kesin gereken kadın ise kocasından izin aldıktan sonra dışarı çıkacak ve şu kurallara kesin uyacaktır:

1-  Sıkı sıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne,

2-  Hiç çıkmamış gibi davrana,

3-  Başını öne eğip kimsenin yüzüne bakmaya,

4-  Kalabalığa karışmaya,

5-  Erkeklerin bulunduğu yerlere yanaşmaya,

6-  Herkesin dolaştığı sokaklardan uzak dura,

7-  İşini bir an önce bitirip evine döne.

İmam Gazali, İhyayı Ulumuddin

 

Bu uydurma izahlarla, kendi görüşünü, kadınlara olan aşırı kıskançlıklarını dini bir buyruğa çevirip, topluma dini bu şekilde sunanlar, kadınlara “din” maskesi altında yapılan zulümlere zemin oluşturmuşlar, dinsizlerin dinimize saldırısı için ortam hazırlamışlar ve birçok kimsenin dinimize olan inancının sarsılmasına sebep olmuşlardır. Halkımızın bir kısmı ise bu izahları kullanarak dinimize saldıranlara kızmakta fakat bu izahları yapanları, örneğin İmam Şarani’yi bu konuda eleştirmekten kaçınmaktadırlar. Biz Kuran’ı tek kaynak kabul edip, Şarani’nin ve Gazali’nin bu tarz izahlarını din adına eleştirmedikçe, dinsizlik adına bu izahları kullananlara kızmaya ne kadar hakkımız olabilir?

 

KADININ EN MAKBULÜ KOYUN CİNSİDİR

Koyun
Resim : Koyun

 

Bakın Gazali, kadının kaç çeşit olduğunu nasıl açıklıyor ve halkı nasıl bilgilendiriyor:

Kadının sıfatları şunlardır:

1- Giyim kuşam hevesinden maymun.

2- Fakir düşmeye razı olmadığından köpek.

3- Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan.

4- Gece gündüz koğuculuk yaptığından akrep.

5- Evden eşya sattığından fare.

6- Erkeklere hile kurduğundan tilki.

7- Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyundur.

İmam Gazali, Nasihatül Mülk

 

Bu maddelerin sonuncusunda “en makbul kadının koyun cinsi olduğu” açıklanır. Her türlü özgürlüğü elinden alınan kadının, Allah’ın farz kıldığı hacca bile tek başına gitme özgürlüğü yoktur. Kadının 90 km’den uzağa yanında mahrem biri olmadan (baba, amca, dayı, kardeş, koca gibi) gitmesi haram ilan edilir. Bu yüzden kadınlar, mahremlerinden birini ikna edemezse, bu farzı bile yapamaz konuma gelirler. Oysa Allah haccı erkek-kadın ayrımı yapmadan ve böyle bir şart belirtmeden farz kılmıştır. Kadının camiye gidip namaz kılması da, camiye gitmek için kadınların evden çıkması gerektiği için engellenmeye çalışılmış ve bununla ilgili de hadisler uydurulmuştur. Bu hadislere göre kadının evde namaz kılması camide kılmasından daha sevaptır, hatta evde bile yatak odasında kılması oturma odasında kılmasından daha sevaptır. Kadınları her alandan dışlamaya çalışan hadislere karşı Kuran’da şöyle geçmektedir:

 

Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.

9-Tevbe Suresi 71

 

Ayetten de anlayacağımız gibi Allah, iman eden erkek ve kadınların cins, mahrem, namahrem ayrımı yapmadan dost olmalarını istiyor. Peki, camiye gitmek için bile evden çıkması, hatta birazdan göreceğimiz izahlara göre erkeklerle konuşması bile engellenen kadın bu dostluğu ne zaman ve nasıl kuracaktır? Hayat sahnesinde yanyana faaliyetin, yardımlaşmanın ve beraber hizmetin insan neslinin yarısı olan kadının dışlanması ve diğer yarısı olan erkeklerle irtibat ve dayanışmasının kesilmesiyle sağlanması mümkün müdür? Aynı ayetin devamında bu dostluğu sağlayanların Allah’ın rahmetini kazanacağı söylenir. Eğer bugün Müslüman olduğunu iddia eden toplumlardan rahmet kesilmişse, kanaatimizce, birçok sebebinden biri de bu ayetin gereklerinin yerine getirilmemesidir. Oysa bazı hadis ve mezhep kaynaklı izahlara göre kadının sesinin bile duyulması sorunludur:

Hanefilerden bazıları kadının sesinin de avret olduğu görüşündedirler.

Fıkhus Siyre

Bir hadis şöyledir: Ancak ve ancak mahremleriniz olan erkeklerle konuşacaksınız.

İbni Kesir 4/355

 

AĞZINDA ÇAKIL TAŞIYLA KONUŞMA

 

Bırakın kadın ve erkek Müslümanların birbirleriyle iletişim kurmalarını, haremlik selamlık gibi uygulamalarla kadınlar erkeklerden tamamen soyutlanmış ve kendi aralarında konuşan kadınların sesinin bile erkekler tarafından duyulmaması gerektiği söylenmiştir. Bu arada çok zaruret olursa, kadının ağzına çakıl taşı alıp sesi tanınmadan erkeklere -o da zaruret miktarınca- bir şeyler söyleyebileceği izahını yapanlar da olmuştur.

Çakıl Taşı
Resim : Çakıl Taşı

 

Camiye gitmesi, tek başına hacca gitmesi, erkeklerle konuşması engellenen kadının, aybaşı olduğu zamanlarda namaz kılamayacağı, Kuran okuyamayacağı, oruç tutamayacağı izahlarıyla da bu ibadetleri engellenmiştir. Oysa Allah, Kuran’da, aybaşı olan kadınla sadece cinsel ilişkiye girilmemesini belirtmiştir. Eğer aybaşılı kadının namaz kılması, Kuran okuması ve oruç tutması istenmeseydi hiç şüphesiz bunlar da bildirilirdi. Fakat aybaşılı kadını pis gören yaklaşım, -İsrailiyat kökenli uydurmalar aracılığıyla- Kuran’a aykırı bu yasakları da dinimize sokmuştur. Kuran’da aybaşılı dönemi kapsayan tek yasak şu şekilde açıklanmıştır:

Sana kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: “O bir sıkıntıdır. Aybaşı halinde kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın.”

2-Bakara Suresi 222

 

Kuran her türlü detayı verirken, Kuran’da olmayan zorlukları dine sokarak ilaveler yapanlar, kadınların namaz kılmalarını, oruç tutmalarını Kuran okumalarını aybaşı durumunda engelledikleri gibi kadın-erkek ayrımı yapılmadan farz kılınan Cuma namazına gitmelerini de engelleyerek, dini uygulamalarda eksiltmeler de yapmışlardır. Oysa Kuran’ın dininde ilave gibi eksiltme de hoş karşılanamaz. Kadınlar bu kadar kötülendikten sonra hiçbir fikrine değer verilmeyen bir varlığa çevrilmiş ve “Kadınlara itaat eden helak olur” şeklinde Kuran’dan onay alamayacak uydurma hadisler, Kuran’ın ahlakıyla ahlaklanmış olan Peygamberimiz’e atfen uydurulmuştur. Şunlar bu konuda örnek alıntılardır:

 

Kadınlara danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara muhalefet berekettir.

Kadınlara Dîni Bilgiler; Suyuti, Lealil Masnua 2; İbn Arrak, Tenzihüş Şeria 2

 

Kim ki karısına itaat ederse Allah onu yüzüstü Cehenneme atar.

İbn Arrak 2

 

KADIN İMAM DA OLUR, MÜEZZİN DE, DEVLET BAŞKANI DA

Kuran kadınların hiçbir göreve talip olmasını engellemez. Kadın cumhurbaşkanı da, halife de, kadı da, yargıç da olabilir. Çünkü Kuran’da yasaklanmayan her şey serbesttir. Serbestlik asıl olan, yasak ise istisnadır. Yasak için vahye yani Kuran ayetine ihtiyaç vardır. Böyle bir yasak olmadığına göre kadın tüm milleti yönetecek cumhurbaşkanı veya başbakan da olabilir. Gerek Müslüman memleketlerde, gerek diğer ülkelerde kadınların neden devlet yönetiminde ikinci sırada kaldığı tartışılması uzun bir konudur. Fakat şurası açıktır ki Kuran’ın anlattığı dinde buna hiçbir engel yoktur. Fakat şu hadis gibi örnekler mezhepçi-gelenekçi anlayışın buna karşı çıkışında temel oluşturmuştur:

Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.

Hanbel, Müsned; Tirmizi, Fiten; Nesai, Kudat; Buhari, Fiten

Birçok hadis kitabına girmiş yukarıdaki uydurma, Kuran’ın getirmediği hükümleri kadın aleyhine uyduranlar tarafından dinimizin içine sokulmuştur. Tahminimiz odur ki, bu uydurma, Hz. Ayşe’nin Cemel olayında orduya kumanda etmesi üzerine karşı tarafta yer alanların uydurduğu siyasi kaygıdan kaynaklanmış bir uydurmadır. Bunu gören Süleyman Ateş şu açıklamayı yapar: “Şimdi bu hadiste taşlanan Hz. Ayşe’dir. Peygamber Aleyhisselam gerçekten öyle söylemiş olsaydı, Hz. Ayşe’nin Cemel olayına katılmaması, Talha ve Zübeyr’in de onu başlarına geçirmemeleri gerekirdi. Kuran’a ters, olaylara aykırı olan bu hadisin doğruluğu şüphelidir. Diğer sahabelerin bilmediği ve uygulamadığı bir hadis, nasıl din hükmü olur?” (Süleyman Ateş, Kuran Tefsiri, 6/399-400)

Siyasi kaygılarla bu tip hadisler uydurup Allah’ın dinine kendi görüşlerini katanlar, Kuran’ın Sebe melikesini tarifini de göz ardı ederler. Neml Suresi 22. ve 44. ayetler arasında Sebe kavminden ve onlara hükmeden kraliçelerinden bahsedilir. Ayetlerin açıklamalarında Sebe melikesinin zekâsını, topluma doğruyu buldurmadaki becerisini, kavmini tehlikeye atmayışını, tedbirli yaklaşımlarını görürüz. Kadınların yönetici olamayacağına, kadınlara muhalefetin iyi olduğuna dair uydurmalara karşın Kuran’da bu manada tek bir ifadeye dahi rastlanmaz. Ama kadınlara yazı yazmayı öğretmemenin emredildiği hadisler bile uydurulmuştur:

 

Kadınlara yazıyı öğretmeyin. Dikişi ve Nur Suresi’ni öğretin.

İbnü’l Cevzi, Mevzuat

Kadın Hattat
Resim : Kadın Hattat

 

Geleneksel Ehli Sünnet yaklaşımı benimseyenlerin büyük bir çoğunluğu, kızlarının iyi eğitim almasını arzu etmekte, başörtülü kızlarının okutulmaması gibi zulümlere karşı direnmekte, bu yaklaşımlara haklı olarak tepki göstermektedirler. Bu elbette sevindirici bir gelişmedir. Fakat Ehli Sünnet adına yukarıda alıntıladığımız tipteki hadislerin uydurulduğu ve Kuran dışı İslam zihniyetinde bu yaklaşımların mevcut olduğu da unutulmamalıdır. Kuran’ın anlattığı din ile uydurmaların anlattığı din arasında ayrım gereği gibi yapılmadan, tutarlı bir şekilde, kadınların önüne “din” adına çıkarılmış engeller kaldırılamaz. Dindarları kamusal alandan dışlamaya çalışan kişilerle mücadele gerekli olsa da; bizce, bu “dış” etkilerle mücadeleden daha da önemlisi İslam’ın içine sokulmuş uydurmalarla yapılacak “iç” mücadeledir. Bu “iç” mücadelede, Kuran’ın karşısına “din” adına dikilenler vardır fakat bu “din” diye nitelenenin önemli bir bölümü uydurma hadisler, önemli bir bölümü ise geleneklerden oluşmaktadır.

 

CİNSELLİĞİ SAĞLAMA ALMAK İÇİN HADİS UYDURMA

Kişi kadınını yatağa davet eder de kadın kaçarak eşi sinirli bir şekilde gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet eder.

Buhari 9/36

Hadislerin cinsel ilişkiden Kaçmasını Engellemek İçin Uydurulan Hadisler
Resim : Hadislerin cinsel ilişkiden Kaçmasını Engellemek İçin Uydurulan Hadisler

 

Hanımının cinsel ilişki teklifini reddedeceğinden korkanlar bu uydurmayı Peygamber’e fatura ederek hanımlarına; “Bak, Peygamber böyle demiş, sakın bana karşı gelme” diyerek, kadınları bu konuda da uydurma dinleriyle terbiye etmektedirler. Ezilen kadının boşanma hakkı da elinden alındığı için tüm zulümlere karşı kadının hiçbir sığınağı kalmaz. Bazı “dini bilgiler” kitaplarında şöyle izahlar bile vardır:

 

Bir kadın kocasından boşanırsa, o kadına cennet kokusu haram olur.

Kadınlara Dini Bilgiler

 

Oysa Kuran’da geçen “boşanmış kadınlar” tipi ifadeler (2-Bakara Suresi 228, 241) hem kadının erkeği, hem erkeğin kadını boşaması manasına gelebilir. Kuran’da, “Bir tek erkek boşayabilir” tarzında açık bir ifade kullanılmadığına göre, açık ifade olmadığında serbestlik ana prensip olduğuna göre, demek ki kadın da erkek gibi bu haktan aynen faydalanabilir.

 

Bir hadiste şöyle denilir: “Camiye gelirken kokulanan kadın, evine dönüp de cünüplükten ötürü boy abdesti alır gibi yıkanmadıkça, Allah katında onun namazı kabul olmaz.”

Avnül Mabül 11/230

 

Erkeklerin güzel koku sürmesinde sevap bulanlar, aynı şeyi kadın yapıp koku sürünce, hemen “günah” diye damgalarlar. “Erkek güzel kokudan tahrik olur” diye de açıklama yaparlar. Peki, kadın erkeğin sürdüğü güzel kokuyu koklayıp tahrik olamaz mı? Madem böyle bir tahrik sorunu var, neden bu konuyla da ilgili bir ayet indirilip, kadının koku sürmesi yasaklanmadı? Cevabı aslında basit; çünkü bu, yasaklamak istenmedi. “Dini bilgiler” sunan kitaplarda daha neler var neler:

Kadının yeri soğumadıkça erkek, kadının oturduğu yere oturmamalıdır.

Kadınlara Dini Bilgiler

 

Bazen, otobüs ve minibüslerde gelenekçi din anlayışının uygulayıcılarının, bu izahtan kaynaklanan endişelerle sergiledikleri manzaralara şahit olabilirsiniz. Bu da Kuran dışı olup, “din” etiketiyle sunulan uygulamaların sayısız örneklerinden bir tanesidir.

 

 

KADINLARLA İLGİLİ KONULARDA KURAN’LA İLGİLİ BAZI YANLIŞ ANLAMALAR

 

Kuran’ın kadınla ilgili açıklamalarındaki yanlış anlaşılan bilgiler, ilk insanlar Adem ve Havva ile ilgili konulardan başlar. Kuran’ın hiçbir yerinde Havva’nın Adem’i kandırdığı ve günaha soktuğu şeklinde bir izah yoktur. Araf Suresi 11. ve 28. ayetlerin arasını okursak, Adem ile Havva’nın her ikisini birden kandıranın şeytan olduğunu görürüz. Bu arada kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına dair izah da Kuran’da yer almaz.

Kuran’la ilgili yanlış iddialardan biri Kuran’ın erkeklere hitap ettiğidir. Kuran ayetlerinin % 90’dan fazlası genele, yani erkek ve kadın karışık olarak tüm insanlara veya inananlara hitap eder. Arapça gramerin bir özelliği olarak bir toplulukta en az bir erkek varsa o topluluk için eril zamir formu kullanılır. (Bu özellik başka dillerde de görülür.) Bunun yanında sadece Peygamberimiz’e, sadece kadınlara, sadece erkeklere hitap eden ayetler de, azınlık da olsa vardır. Kuran’ı insanlara ulaştıran Peygamberimiz erkektir ve erkekler topluluğunun bir alt kümesidir. Erkeklere hitap eden bazı ayetlerdeki üslup, bu nokta göz önünde bulundurularak okunursa daha iyi anlaşılır. Kuran’ı eline alıp okuyan herhangi bir kişi, Kuran’ın genele hitabını, sadece bir cinse hitap etmediğini rahatça anlar. Kuran’ı şarkı kitabı gibi okuyan veya hiç okumayanların bu tip iddiaları, hiç şüphesiz cehaletlerinin bir ürünüdür.

Müslüman erkekler, müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, korunup sakınan erkekler, korunup sakınan kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça hatırlayan erkekler ve Allah’ı çokça hatırlayan kadınlar; bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ödül hazırlamıştır.

33-Ahzab Suresi 35

 

Kuran’ın büyük bölümü genele hitap olsa da, bu ayette olduğu gibi Allah’ın kadın ve erkeği ayrı ayrı vurguladığı ayetler de mevcuttur.

 

TARİHTE ÇOK EŞLİLİK

 

Kuran’la ilgili yanlış anlaşılan diğer bir konu ise erkeklerin çok eşli evliliğidir. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki İslamiyet çok büyük bir zaman dilimine, geniş bir coğrafyaya, çok farklı iklimlere, ufak bir kabileye olduğu gibi büyük bir imparatorluğa, hem tarım hem de endüstri toplumuna, hem savaş hem de barış ortamlarına, apayrı alışkanlık ve kültürlerin olduğu geniş bir yelpazedeki büyük bir insan topluluğuna gelmiştir. Kuran’ın bu her türlü devir, şart, ortam ve kültüre uyumu ise Kuran’ın serbestiyet dairesinin geniş olmasıyla sağlanmıştır. Buraya kadar bu geniş helal dairesinin, geleneksel mezhepçi anlayışlarla sınırlandırılıp, bir Arap İslam’ı yaratılmaya çalışıldığını gördük. Örneğin belli bir yörenin kıyafeti olan sarığın, cübbenin, sakal bırakma alışkanlığının dinselleştirilip; böylece İslam’ın her yöreye, şarta, kültüre uyumunun engellendiğini gördük. Oysa Kuran’ın verdiği serbestiyetlikle herkes kendi kimonosunu, ceketini, kravatını, entarisini giyebilir. Kuran’ın bu noktadaki özgürlüğü Kuran’ın anlattığı İslam’ın her bölgeye, her kültüre uyumunu sağlar. Çok eşlilik de aynen böyledir. Çok eşlilik, İslam’ın yasaklamadığı bir uygulamadır, yoksa İslam’ın emrettiği veya tavsiye ettiği bir uygulama değildir.

Çok eşlilik birçok kültürde, zaman diliminde, özellikle erkeklerin savaşta ölüp, kadın-erkek oranının bozulduğu zamanlarda kadınların da talebi olmuştur. Tarım toplumlarının birçoğunda çok çocuklu aile, gücün simgesi olduğu için bu toplumlarda, kadınların çocuk ve ev işlerindeki yüklerinin hafiflemesi için kocalarını evlenmeye teşvik ettiği görülmüştür. Unutulmamalıdır ki çok eşliliği yaşayan tek bir erkekken, kadınlar en az iki kişidir. Evlilik müessesesi de ortak bir istek veya çıkara dayandığına göre çok eşliliği bir erkek isterken en az iki kadın da bunu istemiş, kabullenmiş veya bu tarz bir ilişkiden çıkar ummuş demektir. Yani çok eşliliğin kimi ortamlarda yasaklanmasına bir erkeğe karşı en az iki kadın karşı çıkacak demektir. Bazıları kadınların isteği olmadan aile baskısıyla evlendirildiklerini veya daha sonra boşanma hakları ellerinden alındığı için isteseler de ayrılamadıklarını, gerçekten böyle birçok durum olması sebebiyle söyleyebilir. Böylesi birçok durum gerçek olsa da, her şeye rağmen gerçekleştirilen çok eşli beraberliklerde böylesi baskıyla olanların, kadının da kabullenmesiyle (dış baskı olmadan) olanlardan fazla olması mümkün gözükmemektedir. Baskı kaynaklı zulümler elbette düzeltilmedir; bunlar İslam’ın değil, erkek egemen toplumların sonucudurlar. Dinimize göre evliliğe kadın da karar verir, kadının boşanma hakkı da vardır. Yani kadın, kocası çok eşlilik yaparsa veya evliliğinde yolunda gitmeyen bir şey olursa kendisi de boşanabilir. Kadının boşanmasının yasaklanması ve kadının evliliğindeki söz hakkının ailesine verilmesi gibi uygulamalar geleneğin sonucudur, Kuran’ın anlattığı dinin değil.

 

KÖPEK ETİ YEMEK VE ÇOK EŞLİLİK

 

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi çok eşlilik bir serbestliktir, mecburiyet değil. “Serbestlik” alanı ile “dini mecburiyet veya dini tavsiyeler” tamamen farklı kategorilerdir. Dinin yasaklamamak suretiyle “serbest” bıraktıklarını dinin emir veya tavsiyeleri gibi “dinsel” alanın içinde görmek önemli bir yanlıştır ve çok eşlilik meselesinde bu hata sıkça yapılmaktadır. Bunu şöyle bir örnek üzerinden daha iyi anlayabiliriz: Kuran’da yalnız leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların yasaklandığını görüyoruz. Bunun dışında her yiyecek helaldir. Çoğumuzun sevmediği birçok yiyecek, örneğin köpek eti helaldir. Fakat çoğumuzun sevmediği köpek eti, Çin’de sevilen bir yemek türünü oluşturur. Aynı çok eşlilik gibi, birçok kişiye çirkin gelen köpek eti yemek, bir başka yerde ve kültürde insanların kabulü olabilmiştir. Dinimizin yasaklamadığı her şey helal olduğu için bize çok garip gelebilecek birçok helal olabilir. “Helal” dinen yapılmasında günah olmayan davranışları ifade eder. Yoksa “helal” dinen makbul olan bir davranışı ifade etmez. Bu çok önemli noktayı anlamayanlar dini, yasaklamadığı bazı şeyler için, kendi kültür ve zaman dilimlerine göre eleştirmeye kalkmış ve böylece değişik kültürlerde ve değişik zamanlarda geniş kesimce benimsenen serbestlikleri anlayamadıklarını göstermişlerdir. Dinimize göre saçımızı yeşile boyatırsak, bir davete futbol şortuyla gidersek, bir toplulukta sesli bir şekilde yellenir veya geğirirsek bir “günah” işlemiş olmayız. Bu fiillerin günah olmamasının sebebi, Kuran’ın hiçbir ayetinin bunları yasaklamamasından kaynaklanır. Dünyanın bir yerindeki bir sahil kasabasında şort giyerek düğüne gitmek, kızılderili kabilelerinde yeşil gibi renklerle kafayı boyamak, kimi kültürlerde geğirmek, kiminde yellenmek normal karşılanabilir. Kuran’ın bu fiilleri “günah” olarak belirtmemesi sayesinde tüm bu ayrı kültürlerde Müslüman olanlar, kendi kültürleriyle bu noktalarda zıt düşmeden dinlerini yaşayabilirler. Kuran bu fiillere sahip de çıkmaz, bu fiilleri tavsiye de etmez. Yani “Din köpek eti yiyin” diyor, “Din düğünlere şortla gidin” diyor, “Saçınızı yeşile boyayın” diyor, “Yellenin, geğirin” diyor şeklindeki açıklamalar ne kadar hatalıysa; “Çok eşlilik dinin gereğidir” şeklinde dine karşı yapılan bir eleştiri de o kadar hatalıdır. Dinin emri ve tavsiyesi ayrıdır; din yasaklamadığı için serbest olan fiil ayrıdır.

Doğal şartlarda, savaş olmadığı zamanlarda, insan nüfusunun bire bir eşlemeye yakın şekilde kadın ve erkeklerden oluştuğunu görüyoruz. Bu da tekeşliliğin insanların genelinin tercihi olacağını, çok eşliliğin bir istisna olacağını tabiat kanunu olarak göstermektedir. Kuran’da, kadınlar arasında adalet yapılamazsa tek bir eşle evlenilmesi ifade edilir (4-Nisa Suresi 3). Böylece kadınlardan birini ön plana alacak, diğer kadınları sömürecek evlilik modeline yasak getirilir. Bazı durumlarda ailesi ölen kız çocuklarına miras kalır ve bazı erkekler evlilik yoluyla bu maddi serveti ele geçirip, yetim kızın mallarını çarçur edebilir. Kuran’da buna benzer durumların engellenmesi için Nisa Suresi’nin aynı 3. ayetinde “Yetimler konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız; bu durumda size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın.” denilir. Yani Kuran, gerekirse çok eşlilik yapılmasını, başka kadınlarla evlenilmesini fakat hiçbir durumda yetim kızların hakkına tecavüz edilmemesini söyler. Bu ayet, gördüğümüz gibi, yetim kız çocuklarıyla ve onların mal varlıklarının sömürülmesiyle ilgilidir.

Çok eşlilik, Kuran’ın geniş serbestiyet çemberinde yer alır, Kuran’ın tavsiye veya yasaklarından biri değildir. Çok eşliliği sevmeyen sevmez, yapmayan yapmaz. Kuran, yazımızın başında dediğimiz gibi ayrı kültürlerin, ayrı zaman dilimlerinin, hem savaş hem de barış ortamının, hem tarım hem de endüstri toplumunun, hem büyük devletlerin hem de küçük ada halklarının dinidir. Kuran’ın anlattığı İslam tek bir medeniyetin, bir tek endüstri toplumunun, bir tek barış ortamının dini değildir. Nasıl Emevi ve Abbasi uydurmacıları Kuran dışı ilavelerle dinimizi kendi kabile ve yüzyıllarına göre dondurup sakalı, cübbeyi, sarığı dine soktularsa; bazıları da günümüzün görüşlerini dine sokma arzusundadırlar. Oysa Emevi ve Abbasiler kendi dönemlerinde sakal bırakıp, cübbe ve sarık giyip, çok eşli bir şekilde yaşayabilirlerdi. Günümüzde de sakal tıraşı olunup, pantolon, ceket, kravat giyilip, tek eşle evlenilebilir. Her iki ayrı uygulama da İslam’a aykırı değildir ve yine her iki ayrı uygulama da İslam değildir. Bu şahsi tercihlerin hiçbiri İslam’ın zaman üstü değer ve kurallar sistemiyle ilintili değildir. Oysa Allah’ı tek bilmek, fakirlere yardım etmek, oruç tutmak; Kuran’ın emirleri olduğu için hem Emevileri, hem Abbasileri, hem günümüzü, hem de bizden sonrakileri yükümlü kılar.

 

PEYGAMBERİMİZ’İN EVLİLİKLERİ

 

Peygamberimiz’in birçok hanımla evlenmesine ve bunlarla ilgili anlatılan çeşitli hikâyelere gelince; Kuran’da Peygamberimiz’in hiçbir hanımının ismi geçmez. Peygamberimiz’in dokuz yaşında bir kızla evlendiği de Kuran’da değil, uydurmalarla dolu hadis kitaplarında geçer. (Bu konudaki hadisler kendi içlerinde de çelişkilidir; Hamidullah gibi araştırmacılar, Peygamberimiz ile Hz. Ayşe evlendiğinde, Hz. Ayşe’nin yaşının daha büyük olduğunu ifade etmişlerdir.) Üstelik Kuran’dan “evlilik yaşı” diye bir kavramın gözetilmesi gerektiğini anlarız; Kuran’da bu yaş tam olarak belirlenmemiş olsa da böyle bir kavramsallaştırmanın olması çocuk yaşta yaptırılan evliliklerin önlenmesi için bir hareket noktasıdır. Ayrıca evlilik açısından dikkat edilmesi gereken diğer bir unsurun, Kuran’da dikkat çekilen, belli bir akli olgunluğu ifade eden “rüşd” olduğu söylenebilir. 4-Nisa Suresi 6. ayette, yetimlerin mallarına onlar evlenme çağına ve rüşde erene dek sahip çıkılıp, bunlardan sonra mallarının onlara teslimi geçer. Yani rüşdü belli eden unsurlardan biri mallarını idare etme becerisidir. Evlenme ve boşanma gibi olaylarda da mal alıp verme (mehir) söz konusudur, o zaman evlenecek olanlarda mal idare edecek kadar bir akli olgunluğun (rüşdün) olup olmadığını da sorgulamak gerekir. Kısacası evliliklerde “evlenme yaşı”nı ve “rüşdü” gözetlemek gerekir. Bunların gerçekleşmediği açık olan dokuz yaşında biriyle Peygamberimiz’in evlenmiş olduğunu söylemek ona yapılan bir iftiradır.

Peygamberimiz’in hanımlarıyla ilgili anlatılanların % 99’u hadis kaynaklıdır. Yani bu hikayeler güvenilir değildir. Kuran’da Peygamberimiz için “Bundan sonra güzellikleri ne kadar hoşuna gitse de evlenmen sana helal olmaz” (33-Ahzab Suresi 52) diye yasak getiren ayet bulunmaktadır. Bu ayet inmeden önce diğer inananlar için helal olan her şey, Peygamber için de helaldi. Bu ayetle diğer insanlara getirilmeyen bir kısıtlama Peygamber’e getirilmiştir. Ahzab suresi 28. ayette ise Peygamber’in bir hanımı şayet ondan boşanmak isterse, Peygamberimiz’in boşanmanın maddi bedelini karşılayıp boşanması söylenir. Yani diğer hanımlar gibi, Peygamberimiz’in hanımları da kendi gönül rızalarıyla evlenmişlerdir ve istedikleri an nafaka alıp boşanabilmektedirler. Kendi döneminin şartları, kendi kısmeti ölçüsünde, Kuran’a ters düşmeden, Peygamberimiz de evlilik yapabilir ve yapmıştır. Bizi alakadar eden her bilgi Kuran’da mevcuttur. Bunun dışındakilerle din adına uğraşmak abesle iştigaldir. Peygamberimiz’in elçi sıfatıyla bize getirdiği Kuran, dinimizi oluşturur. Uydurma hadislerin de karıştığı kesin olan Peygamberimiz’in özel hayatıysa ancak o dönemde ve o dönemin şartlarında yaşayarak değerlendirilebilir. Peygamberimiz, Kuran’ın serbest bıraktığı konularda, kendi kültürü, içinde bulunduğu dönem ve şartlara göre, yani “tarihsel” olan, insanlara evrensel örnekler sunmayan tercihler yapmıştır. Peygamberimiz’in yaşadığı hayatın Kuran dışı detaylarını “sünnet” başlığıyla sunmuş olanlar, “sünnet”in dinin evrensel bir bölümü gibi algılanmasına sebep oldular. Bu yaklaşım ise döneme ve şartlara bağlı “tarihsel” olguların algılanamamasına yol açtı. Bu algılama bozukluğu ise Peygamberimiz’in evlilikleri gibi konuların hatalı bir bakış açısıyla değerlendirilmesine sebep oldu. Günümüzde hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu belli olmayan hadislerle Peygamberimiz’in özel hayatı hakkında tartışmaya imkan yoktur ve “tarihsel” olan bu alanı tartışmamıza gerek de yoktur. Hadis uydurmacılığının ve “evrensel sünnet anlayışı”nın bıraktığı kötü miraslardan biri de bu gereksiz tartışmadır. Kuran’a dönüş, diğer hastalıkları tedavi ettiği gibi bu yarayı da kapatacaktır.

 

KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ

 

Mezhepçi anlayış tarafından çarpıtılmış konulardan diğer bir tanesi kadınların şahitliğidir. Kuran, kadın ile erkeğin şahitliğini bir tutar, hiçbir yerde “bir erkeğin şahitliği iki kadına eşittir” diye bir ifade geçmez. Örneğin zinanın tespitinde 4 şahit gerekir ve Kuran’da bu şahitler 4 kadın veya 2 erkek, 4 erkek veya 8 kadın gibi ifadeler kullanılmadan 4 şahit diye belirtilir. Yani herhangi 4 şahit işlevi görür, kadın ve erkek ayrımı yapılmaz. Üstelik kadınla kocasının şahitliklerinin birbirleriyle çeliştiği, kadınlara kocalarının zina isnadıyla ilgili durumda da kocanın şahitliği karısınınkine eşittir. Hatta kocayla karısının şahitliğinin çeliştiği bu durumda kadının şahitliği esas alınır ve kadın kendi şahitliğine uygun olarak masum kabul edilir (Bakınız: 24-Nur Suresi 6-9).

İstisnai, yanlış anlaşılan konu ise Bakara Suresi 282. ayette, vadeli borçlanmalarla ilgili konuda geçer. Bu ayette, “borçların yazılması ve yazıcı ile şahitlerin bu görevden kaçmamaları” söylenir. Ayrıca ayetin sonunda “yazıcıya ve şahitlere zarar verilmemesi gerektiği” geçer. Görüldüğü gibi maddi menfaatlerin söz konusu olduğu bu konuda, şahitlik, insanların kaçındığı, yapmak istemedikleri bir sorumluluktur. Tek bir ayette birkaç kez dikkat çekildiği gibi, bu konudaki şahitliğin, yapılmasından kaçınılan bir eylem olduğunu tespit etmek, bu eylemle ilgili şahitlikleri değerlendirmek için kritik öneme sahiptir. Allah, bu kaçınılan görevi erkeklere yükleyip, “iki erkek şahit bulunmasını” ister. Dikkat edin ayette, “iki erkek veya dört kadın şahit bulun” ifadesi geçmez, doğrudan “iki erkek şahidin bulunması” istenir. Böylece ticaretle daha az uğraşan ve baskılara karşı daha hassas olan kadın, bu kaçınılan yükümlülükten ve baskılardan korunur. Eğer iki erkek bulunamaz ve bir erkek bulunursa, o zaman “bir erkek ve iki kadın bulunması” gerekir. Böylece hem şahit sorunu çözülür, hem olumsuz bir durumun ortaya çıkışı ihtimalinde bir erkekle bir kadının karşı karşıya kalması önlenip kadın baskılardan korunur. Ortaya borcun miktarı konusunda bir anlaşmazlık çıktığını ve şahitlerin farklı tanıklık yaptığını düşünelim. İki şahidin farklı şahitliği durumunda bir kadın, bir erkekle karşı karşıya kalacak ve iki taraftan birinin yalancı olduğunun kesin olduğu bir ortamda, yoğun stres ve baskı altında kalacaktır. Zaten insanların şahitlikten kaçınma sebebi, böylesi anlaşmazlıkları ve baskıları, gözlemeleri ve bundan kaçınmalarıdır. Oysa bir erkek ve iki kadın şahitle, şahit sayısı üçe çıkınca mesuliyet dağılacağı için şahitlikteki stres önemli bir düzeyde azalacak ve baskı yapmak isteyen art niyetli kimselerin bu sefer iki kişiden birini değil, üç kişiden ikisini kandırmaları gerektiği için işleri zorlaşacaktır. Kadınların baskılardan korunmasını sağlayan bu uygulamanın hikmetlerini idrak edemeyenler; kadını baskılardan koruyup, kaçınıldığı belirtilen bir mesuliyeti erkeğe yükleyen bu ayeti anlamayarak, “bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşittir” diyerek, Kuran’ı çarpıtmışlar ve evvelki uydurma izahlarından kaynaklanan bakış açılarını bu alana da sokmuşlardır.

Oysa bu ayet dışındaki Kuran’daki şahitlikle ilgili diğer ayetlerde kadın ve erkek ayrımı yoktur. Eğer böyle bir ayrım olsaydı, bu ya her şahitlikle ilgili ayette belirtilir ya da “bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşittir” diye genel bir hüküm-ilke konulurdu. Böyle bir hükmün-ilkenin olmaması, böyle bir durumun da olmadığını gösterir. Ticaretle tarihin hemen her döneminde daha az alakalı olmuş olan kadın, ticaretle alakasının azlığı veya baskıya uğraması sonucu doğru şahitlikten saparsa, diğer kadının şahitliğinin de desteğiyle, bu zorluğu aşabilir ve mesuliyeti paylaşıp mesuliyetini azaltır. Zaten unutulmamalıdır ki kaçınılan bu vazifede kadının devreye girmesi, iki erkeğin bulunamaması gibi istisnai bir durumla ilgilidir.

Ayetteki “Yazana da, şahitlik edene de zarar vermeyin. Yapacak olursanız doğru yoldan sapmış olursunuz.” şeklindeki ifadeyi, şahitlere ve yazıcıya yapılan baskıları ve bu bağlamda ayetin mantığını anlamak için göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Bu konudaki şahitlik, herkesin yapmak istediği, insanların menfaatlerine uyan bir eylem değildir ki, bazılarının göstermeye çalıştığı gibi burada kadının aleyhine bir durum oluşmuş olsun. Aksine, kaçınılan bir vazifenin kime yüklendiğini ayetten anlamaktayız. Bu hükümle, insanların kaçındığı bir sorumluluktan kadının korunmasına, yani kadın lehine pozitif bir ayrımcılığa tanıklık ediyoruz.

 

KADINLARI DÖVME MESELESİ

 

Kuran’da geçen kadınlarla ilgili en çok tartışma konusu olmuş ayetlerden biri Nisa Suresi 34. ayettir. Özellikle bu ayetin bazı çevirilerinde “dövme” ifadesinin geçmesi tartışmanın odak noktası olmuştur. Önce bu ayetin çevirisini vereceğiz ve ayette tartışmaya konu olan kelimelerin Arapçasını parantez içinde yazacağız, sonra bunları ele alıp değerlendireceğiz.

Erkekler, kadınları gözetip kollamaktadırlar (kavvam). Şundan ki, Allah insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar itaatkârdırlar (kanitat); Allah’ın kendilerini koruduğu gibi gözden uzak ortamlarda da gereği gibi korunurlar. Geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın ve ayrılın (vadrıbu-hunne). Bunun üzerine sizi dinlerlerse onlar aleyhine bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.

4-Nisa Suresi 34

 

Öncelikle ayette geçen “gözetici” olarak çevirdiğimiz “kavvam” kavramını ele alalım. Ayetin bu kısmı bir hüküm getirmekten ziyade genel durumu tarif etmektedir. Erkekler, kadınların fiziki yapıları daha zayıf olmalarından ve genelde iş dünyasının içinde olup para kazanıp aileleri için sarf etmeleri gibi sebeplerden dolayı kadınları gözetip, kollarlar. Nitekim aynı suresinin, Nisa Suresi 135. ayetinde de “kavvam” ifadesi “adalet” kelimesiyle beraber geçmekte ve “gözetme” anlamı verilmektedir. Buradaki “kavvam” kelimesini de bu şekilde çevirmek, bazılarının yaptığı gibi bu kelimeyi “yönetici” olarak çevirmekten daha uygundur. Ayetin devamındaki “bazılarını bazılarından üstün kılmıştır” ifadesi, erkeklerin kadınlardan üstün yönleri olabileceği gibi kadınların da erkeklerden üstün özellikleri olabileceğine işaret eder.
Ayetle ilgili diğer bir yanlış anlaşılma iyi (saliha) kadınların itaatkâr (kanitat) olmasıyla ilgilidir. Bazıları buradaki itaatkârlığı “kocaya itaatkârlık” olarak sunmaya çalışmışlardır. Oysaki buradaki itaati “Allah’a itaat” olarak anlamak daha uygundur. Öncelikle ayetin devamında iyi kadınların en gözden uzak ortamlarda bile namuslarını korudukları geçer; bu koruma şüphesiz kadınlar evli olmasa da geçerlidir ve Müslüman bir kadının namuslu olması “Allah’a itaat” bilinciyle gerçekleşir. Ayrıca burada “Allah’ın kendilerini koruduğu” ifadesi geçmektedir ki bu da, burada itaatin kocaya değil Allah’a olduğunu gösterir. İlaveten, 33-Ahzab Suresi 35. ayette, “kanitat” (itaatkâr kadınlar) ifadesi “kanitin” (itaatkâr erkek) ifadesiyle beraber geçmektedir; buradaki “kanitat” ifadesini hiç kimse “kocaya itaat” olarak anlamamaktadır. Eğer öyle bir anlayış olsaydı, o zaman bu kelimenin yanında geçen “kanitin” ifadesini de “kocanın karısına itaati” olarak anlamaları gerekecekti. Görüldüğü gibi Kuran merkezli bir anlayışta en önemli hususlardan biri Kuran’ın bir yerinde geçen ifadeyi Kuran’ın bütünlüğü içinde anlamaktır.
Son olarak bu ayetle ilgili en çok tartışılan ve birçok çevirmenin “dövmek” anlamını verdiği “vadrıbu-hunne” ifadesini ele alalım. Burada geçen Arapça “darabe” fiili, Arapçanın en çok anlama sahip kelimelerinden birisidir. Arapça bir sözlüğü açan herkes “darabe” fiilinin bu özelliğine şahit olur. (Bakınız: İbn Mansur, Lisanul Arab, “Darb” Maddesi) Kuran’da bu fiilin geçtiği 50’den fazla ayeti inceleyenler, Kuran’ın içinde bu kelimenin farklı anlamlarda kullanıldığına tanık olurlar. “Darabe” kelimesi “çıkmak, ayrılmak, dövmek” gibi birçok anlamda kullanılmaktadır. Kuran’da bu kelime en çok “örnek vermek” anlamında “örnek” (mesel) kelimesiyle beraber geçmektedir. Zuhruf Suresi 5. ayette olduğu gibi, bu fiilin “vazgeçmek, uzak tutmak” anlamlarında Kuran’da kullanıldığı da gözükmektedir. Günümüzde bir Arap birine bu fiili kullanarak “idrib” dediğinde karşısındakine “çek git” demiş olur. Birçok dilde, benzer şekilde, bazı kelimelerin farklı anlamlarda kullanıldığına tanıklık ederiz. Örneğin Türkçe “yüz” kelimesini ele alalım. Bu kelime ile başımızda göz ve ağız gibi uzuvlarımızın olduğu bölge de, bir sayı da, denizde ilerlemek de, bir hayvanın derisini çıkarmak da kastedilebilir. “Yüz” kelimesi bir metinde geçtiğinde, hangi anlamda kullanıldığını anlamak istediğimizde, o metinde bu kelimenin geçtiği cümleyi başı ve sonuyla, olmazsa o metnin bütününü değerlendirerek, bu kelimenin anlamını tespit etmeye çalışırız. Burada da yapılması gerekli olan budur; zaten her zaman savunduğumuz metot Kuran’ın bütünlüğü içinde anlamları tespit etmektir.
Yapılması gereken, Nisa Suresi 34. ayette bu kelimeye, bu farklı anlamlardan “uzaklaşma, ayrılma” anlamının mı “dövme” anlamının mı verilmesinin daha uygun olduğunu tespit etmektir. Bunu, her zaman uyguladığımız metotla, Kuran’ın bütünlüğü içinde hangi anlamın buraya denk düştüğünü inceleyerek belirlemeliyiz. Kuran’da 33-Ahzab Suresi 21. ayette Peygamberimiz’in “en güzel örnek” (usvetun hasenetun) olduğu bahsedilir ve hiç şüphesiz bu örnekliği anlamak için en güvenilir kaynak Kuran’dır. Yine 33-Ahzab Suresi 28. ayette Peygamberimiz’in eşleriyle sorun yaşadığını görüyoruz. Burada Peygamberimiz’e, eşleri dünya hayatının zevkleri peşindeyseler ve anlaşamıyorlarsa, güzellikle boşanma tavsiye edilir; “dövme” gibi bir eylem tavsiye edilmez. Tahrim Suresi’nde Peygamberimiz’in evliliğinde yaşadığı benzer sorun anlatıldığında da “dövme” söz konusu edilmez. 65-Talak Suresi 2. ayette ise Müslümanların boşanmayı da, evliliğin devamını da düzgün bir şekilde (maruf) gerçekleştirmelerinden bahsedilir ve dövme-şiddet gibi bir uygulamadansa, anlaşamayınca “ayrı durma” Kuran’ın bu anlatımlarıyla daha uyumlu gözükmektedir.
Ayrıca Kuran’ın hiçbir yerinde, bir insanın bir insana kendi karar verip şiddet uygulaması geçmez. 24-Nur Suresi 6-9. Ayetlerdeki, kocanın karısı ile ilgili zina iddiası bu konuyu anlamada çok önemli bir örnektir. Hatırlanacağı üzerine bir kadınla ilgili zina iddiasında bulunan kişi dört tane şahit göstermek zorundadır. Fakat bu iddiadaki kişi kadının kocasıysa, dört şahit göstermeden Allah adına dört kez yemin ederek bu konuda şahitlik yapabilir, beşincisinde ise eğer yalancılardan ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diler. Buna karşılık kadın aynı şekilde mukabele ederse, yani dört kez kocasının yalancılardan olduğunu ve eğer kendi yalan söylüyorsa Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını söylerse, kadına bir ceza uygulanmaz. Dikkat edin, bir koca karısını zina halinde görmüşse bile kadına kendi eliyle bir ceza uygulamasının Kurani bir referansı yoktur. Bu bile mümkün değilken, 4-Nisa Suresi 34. ayette, geçimsizlik durumunda, sınırları belirsiz bir şekilde kocanın karısını döveceğinin ifade edildiğini düşünmekten ise, geçimsizlik durumunda boşanmadan önce nihai bir tedbir olarak ayrı mekânlarda vakit geçirmelerinin söylendiğini düşünmek daha makul gözükmektedir.
Bu konuda yanlış anlamaların önemli bir sebebinin, bu ayeti esbabı nüzul hadisleri çerçevesinde anlama olduğu kanaatindeyiz. Bununla ilgili anlatılan esbabı nüzul hikâyesine göre bir erkek sahabe eşine bir tokat atar ve bu kadın da Peygamberimiz’e şikâyete gelir. Peygamberimiz, bu kadına kısas yapmasını, yani onun da eşine tokat atmasını söyler. Bu sırada bu ayetin indiği ve Peygamberimiz’in kadına kısas yapmamasını, kocasının kendisini gereğinde dövmesine izin verildiğini söylediği hadiste aktarılır. Bu ayeti bu esbabı nüzul hadisiyle okuyanlar, elbette yukarıda yaptığımız değerlendirmeleri yapamamaktadırlar. Oysa esbabı nüzul hadislerinin, uydurmaların en çok olduğu alanlardan biri olduğuna Hanbeli mezhebinin kurucusu Hanbel’in bile dikkat çektiğini hatırlayalım.

 

KADIN VE MİRAS

 

Kuran’ı bütünsel olarak değerlendirmemek yüzünden kadınlarla ilgili yanlış anlaşılan diğer bir konuysa miras meselesidir. İlk anlaşılması gereken mesele, Kuran’a göre mal, para v.b.’nin paylaşımında önceliğin vasiyette olduğudur. Kuran’ın bu açık hükmünü mezhepçi İslamcılar, “Varise vasiyet yoktur” şeklinde uydurma bir hadisle ortadan kaldırma cüretini göstermişlerdir ve böylece hadisle dine ilave yapmanın ötesinde hadisle Kuran ayeti bile iptal edilmeye kalkılmıştır. Kuran’a göre önce vasiyet ve borçlar halledilir. 5-Maide suresi 106. ayette ve 2-Bakara Suresi 180. ayette vasiyet yapılmasının söylendiğini görebiliriz. 4-Nisa Suresi 11. ve 12. ayetlerde, tavsiye edilen paylaşma anlatılırken, bu paylaşmanın “vasiyet ve borçların halledilmesinden sonra” olduğu söylenir.
Kadın ve erkek mirasını incelerken, Kuran’ın tüm sistemi içinde para akışını ve maddi ilişkileri anlarsak mirastaki paylaşmayı daha iyi anlarız. Kuran’a göre erkek, evlenirken kadına mehir verir. (Mehir kadına verilir, kadının ailesine değil.) Kuran, mehirin miktarını belirtmediği için örneğin maddi ihtiyaç halinde olan, evini yurdunu terk edip evlenecek olan kadın mehir olarak ev, araba vb. isteyebilir. Koca adayıyla bu mehirde anlaşırlarsa evlilik olur. Yok kadın böyle bir mehir talebinde bulunmazsa mehir bir yüzük, bir hediye, bir takı vb. de olabilir. Kuran, mehirin, uygun bir tarzda verilmesini ister, miktarını belirlemeyerek, birçok konuda oluşturduğu esnek ortamı burada da oluşturur. Mehir iki tarafın üzerinde anlaştığı bir miktardır. Fakat her durumda erkekten kadına bir maddiyat transferi mehirle gerçekleşir. Ayrıca Kuran’a göre boşanma olursa; anne çocuğu emziriyorsa çocukla beraber annenin de masrafları erkeğin yükümlülüğündedir. Yani Kuran’a göre erkek, hem mehir vermekle hem de kadına yüklenmeyen kimi harcamalarla kadından fazla maddi sorumluluklara sahiptir. Dul kalan kadınların ise aldıkları mehir ve diğer varlıkları geçinmelerine yeterli değilse, ihtiyaçları varsa uygun tarzda geçindirilmeleri, tüm Müslümanların vazifesi olarak sunulmuştur (2-Bakara Suresi 241). Görüldüğü gibi erkeğin parası ve maddi varlığı sürekli bölünür ve üzerinde fazladan sorumluluklar vardır. Buna karşı Allah, erkek çocuğa, kız çocuğunun iki katı miras önerir (4-Nisa Suresi 11). Miras ile ilgili teferruatlar Nisa suresi 11, 12 ve 176. ayetlerde okunabilir. Mirasçı olan anne ve baba olduğunda ise mirastan ikisi de altıda bir olarak eşit hisse alırlar. Görüldüğü gibi Allah erkeğin malını böleceği, iş kurmak için sermaye gerekeceği yaşlarda erkeğe kız kardeşinin iki katı miras önermektedir. Fakat çocuğu ölen anne ve babalarda böyle endişelerin olması pek muhtemel değilken, önerilen miras her birine, hem anneye hem de babaya altıda birdir.
Kimi insanların “şu anda devir böyle, artık kadınlar da çalışıyor” veya “oğlumun hanımı zengin” veya “kızımın kocası da kendisi de fakir” gibi farklı özel şartlarını ifade eden durumları oluşabilir. Daha evvel de dediğimiz gibi Kuran’da esas olan vasiyettir; Kuran’da oranı verilen tüm miras dağıtımları, vasiyet ve borçlardan geri kalanlar içindir, kişilerin kendi şartlarına göre vasiyet düzenlemeleri mümkündür. Örneğin vefat etmeden kızlarına bırakacakları vasiyetle oğullarıyla mirası dengeleyebilir ve Kuran’ın sunduğu bu esneklikten yararlanabilirler. Bu konuda da gördüğümüz gibi sorun Kuran’a önyargılı yaklaşımlarda ve Kuran’ı bütün olarak kavramaya çalışmamaktadır. Kuran, her konunun en mükemmel şekilde çözümüne imkân vermekte ve dönemlere göre gerektiğinde uygulanabilecek esneklikleri sunmaktadır.

 

BİRBİRİMİZİN GİYSİLERİYİZ

Onlar sizin giysileriniz, siz de onların giysilerisiniz.

2-Bakara Suresi 187

 

KURAN’IN İSLAMI’NA GÖRE KADININ YERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Bu bölümün başında, uydurma hadisler ve mezhepler aracılığıyla bedeviliğin kadına bakışının nasıl dine sokulup, kadının; seyahat edemez, evde oturmaya mahkûm, hiçbir yönetici sıfatı olamayan, erkeğe itaati farzlaştırılan, sesini bile erkeğe duyurmaması gereken, kalktığı yere bile soğumadan oturulamayan, vb. bir konuma getirildiğini gördük. Bu zihniyetin oluşturduğu kafa yapısının, Kuran’ın izahlarını çekiştirmesi ve uydurma hadislerle karıştırması sonucu oluşan yanlış anlamaları ise bahsedilen uydurmaları aktardıktan sonra inceledik. Böylece mezheplerin ve geleneklerin uydurmalarla dolu İslam’ından zihnimizi arındırmanın, Kuran’ı tam ve sağlıklı anlamak için en önemli şart olduğunu bir kez daha kavradık. Sadece ve sadece Kuran’a giderek kadının yerini anlamaya çalıştığımızda sağlıklı sonuçlara varacağımızdan eminiz.

Allah’ın bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldığı şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır.

4-Nisa Suresi 32

 

Bu ayetten de anlayacağımız gibi kadının erkeğe, erkeğin de kadına üstün olduğu alanlar vardır. Bir cinsin diğerine her alanda üstünlüğünü savunmak veya her iki cinsin her alanda eşitliğini iddia etmek yaratılışın kanunlarıyla ve akılla çelişen iddialardır. “Eşitlik” sloganlarıyla erkeğe çocuk doğurtmaya, kadına savaşta erkeklerle aynı vazifeleri yüklemeye kalkıp, her iki cinsin farklılıklarını iyi değerlendiremezsek, her iki cinse de zulmetmiş oluruz. Her iki cinsi de yaratan Allah, her iki cinsin farklılıklarını ve bu farklılıklara rağmen (aynı zamanda farklılıklar sayesinde) nasıl ahenkle bir arada olacaklarını (2-Bakara Suresi 187. ayetin belirttiği gibi nasıl birbirlerinin elbiseleri gibi olacaklarını) en iyi şekilde bilir. Kuran’ın mucizevi anlatımıyla soralım: “Yaratan yarattığını bilmez mi?” Elbette Yaratan yarattığını bilir ve her şeyi bilen Yaratıcı, mesajı Kuran’da, kadın-erkek ilişkilerini de, her şeyi olduğu gibi, en mükemmel şekilde düzenlemiştir. Bu düzenlemelerdeki mükemmeliyet, kimi zaman bir hüküm getirilerek, kimi zaman ise hüküm getirilmeyerek veya getirilen hükümde esneklik sağlanarak oluşturulmuştur. Kuran’ın her döneme, kültüre, zamana ve topluma uyumu böylece sağlanmıştır. Kuran’ın hüküm getirmesi gibi, gerekmeyen konularda hüküm getirmemesinin hikmetini kavrayamayan gelenekçi ve mezhepçi zihniyet, kendince düzenlemelere gitmiş, bugün gördüğümüz dejenerasyonu ne yazık ki “İslam” olarak sunmuş ve “İslam budur” diye yutturmuştur.

 

Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim iyi fiiller gerçekleştirirse onlar cennete girecek ve onlar, bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile haksızlığa uğramayacaklardır.
4-Nisa Suresi 124

Erkek olsun, kadın olsun, her kim inanmış olarak iyi fiiller gerçekleştirirse ona mutlaka temiz bir hayat yaşatırız ve yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde mutlaka veririz.
16-Nahl Suresi 97

 

İslam’a göre asıl hayat ahiret hayatıdır. Dünya hayatı kısa bir yolculuk, ahiret ise asıl varılacak yerdir. Gerek yukarıdaki ayetler gerek diğer ayetlerde, erkek veya kadın olmanın değil, Allah’ın hoşnut olacağı iyi fiiller gerçekleştirmenin üstünlük sebebi olduğunu görüyoruz. Kadının doğuştan dezavantajlı olduğunu ve cehennemin çoğunluğunu oluşturduğunu iddia eden zihniyet, tüm bu ayetlerle, yani Kuran’la, yani Allah’ın diniyle çelişmektedir.

Bir cevap yazın