MEZHEPLER-TARİKATLAR-HURAFELER

KURAN İLE MEZHEPLERİN ORTA YOLU OLMAZ

Dinin tek sahibi Allah’tır. Allah’tan bize gelen, Allah’ın vahyi olan, dinimizin tek kaynağı ise Kuran’dır. Mezheplerin savunduğu dini yapıda ise; Allah ve Peygamber ve Peygamber’i görenler (sahabeler) ve mezhep imamlarının kararları ve sonraki mezhep imamlarının fetvaları ve görüşleri, hep beraber dini oluştururlar. (Önceden vurguladığımız gibi Peygamber’den kasıt, Peygamber adına uydurulmuş hadislerdir. Yoksa Peygamber kendisi haşa dine ilave hüküm getirmez, uydurulmuş hadislerin sahibi de olamaz). Bu tabloyu bilen ve Kuran’ı dinin tek kaynağı kabul eden Müslüman için Kuran’ın anlattığı din ile mezheplerin dini arasında orta yol bulma şeklinde bir yöntem düşünülemez. Çünkü böyle orta bir yol bulma çabası, Allah yanında diğer hüküm koyuculara kapı açmak olur.

 

İHTİYAÇ YENİ MEZHEP DEĞİL

 

Mezhepler, Kuran dışı ilaveler yapıp dini kendilerince yapılandırma (bu aslında o dönemdeki bir reformdu) gayretlerini, Emevi ve Abbasi dönemlerinde (Peygamberimiz’in vefatından birkaç yüzyıl sonra) gerçekleştirmişlerdir. Bugün birisinin kalkıp yeni bir mezhep oluşturması veya Sünni, Şii mezheplerin yeni bir mezhebin çatısı altında buluşmasına gayret etmesi hem gereksiz, hem de hatalı bir çabadır. Peygamberimiz’e daha yakın dönemlerdeki mezhep girişimlerinin sonucu ortadadır. Üstelik uydurulan hadisler de hep o dönemin hayata bakışını, Arap mantalitesini, örfünü taşımaktadır. Yeni mezhep oluşturunca bu hadisleri ne yapacaksınız? Yeni hadisler uydurup, eskileri bu yeni uydurduklarınıza feda mı edeceksiniz? Yöntem yalnızca Kuran’ın din olduğunu anlayıp, dini yalnız ve yalnız Kuran ekseninde anlamak olmalıdır. Yani ihtiyaç yeni mezhep değil, Kuran’ın tek kaynak olarak ele alınıp, bu yöntem çerçevesinde dinin anlaşılmasıdır. Kuran’ın bir hükmünün nasıl anlaşılacağıyla ilgili bir anlaşmazlık olursa, çözüm; Kuran’daki ele alınan konu hakkındaki farklı görüşlerin ortaya konması, halkın mantıklı bulduğunu seçmesidir, yoksa halkın, her konuda, tek bir kişinin veya ekolün tüm izahlarını benimsemesi gibi bir taklitçilik (mukallitlik) hiçbir zaman sağlıklı çözüm olamaz. Bir kişi bir konuda haklıyken, diğeri başka bir konuda haklı olabilir, ayrıca önceden bir yorumu benimseyen kişi sonra fikrini değiştirebilir. İslam’ın, mezheplerin olmadığı ilk dönemlerinde de durum buna benzerdi, farklı görüşler olsa da, mezhep taklitçiliği yoktu.

 

Her dönemde ortaya çıkan fikri tartışmalarda, herkes fikrini ortaya koyarken, fikirlerin ortasını bulduğunu, böylelikle “en akıllı” olduklarını iddia eden şahıslar türerler. Günümüzde popülist kaygılarla böyle tiplerin türediğini görüyoruz. Mezhepçi İslam uzun yıllar bu topraklarda yaşamış, kendi gelenek ve göreneklerini, halk arasına adet olarak yerleştirmiştir. Dilimizde de bunun örneklerini görmekteyiz. “Hizipçi, fırkacı” manasına gelen Kuran’ın kınadığı bir zihniyetin ifadesi olan “mezhepçi” ifadesi, hakaret olarak algılanacağına, “mezhepsiz” kelimesi hakaret olarak algılanmaktadır. Biz farkına varmamamıza rağmen mezhepçi zihniyetlerin birçok uygulamasını din ile karıştırmış olabiliriz. “Orucu bozanın iki ay oruç tutmak zorunda olması, midye karides yasağı” gibi birçok uygulama dinin gerçek hükümlerinden bile daha çok dinin kendisi zannedilebilmektedir. Popülist kaygılarla ortaya çıkan orta yolcular şöyle diyebilirler: “Tamam kadının elini sıkmamak saçma ama kadınların saçının tek kılı bize gözükmesin. Zina edeni taşlayarak öldürmekten vazgeçelim ama dinden dönenin (mürtedin) yaşam hakkı olmasın…” Bu ve benzeri izahlarla, Kuran’ın anlattığı din ile mezheplerin dini arasında bir orta yol bulmaya kalkışarak, Kuran merkezli olmadan “orta yol” merkezli yaklaşımlar tutarsız ve sonuçsuz olacaktır.

 

GÜNEŞ DOĞARKEN KAÇIŞAN YARASALAR

 

İçinde bulunduğumuz yüzyılda, mezheplerin savunduğu dinin anlatımları; iletişim araçlarının globalleştirdiği dünya, bilimsel ilerleme, sanayi ve bilgi toplumları ile tamamen zıt bir duruma gelmiştir. Bu uyuşmazlıktaki uçurumun büyüklüğü, birçok mezhep savunucusunun inandığı ile yaşadığının farklı olmasına sebep olmuştur. Eğer mezhepler, savunulduğu gibi Allah’ın dinine eşit olsaydı, hiçbir şart ve durumda mezheplerin uygulamalarından taviz vermemek gerekirdi. Yapılması gereken, mezhepler ile Kuran’ın orta yolunu bulmak değildir. Çünkü Allah’tan olanla, insanların kendi arzularının orta yolunu bulmaya çalışmaları, Allah’ın dinine gerekli değerin verilmemesi demektir. Yapılması gereken mezheplerin dine eşitlenemeyeceğinin tespit edilmesidir. Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğu anlaşıldıktan sonra Kuran açılıp din yeni baştan öğrenilmelidir. Daha evvel de dediğimiz gibi mezhepçi-gelenekçi İslamcılar, uzun yıllar siyasal iktidarı ellerinde tuttular ve onların izahlarının çoğu araştırılmadan “mutlak gerçek” olarak algılanmaya başlandı. Gelenekçi-mezhepçi İslamcıların dinselleştirdiği geleneklerin birçoğu, halkımızın da geleneği haline dönüştü. Bu yüzden ısrarla vurguladığımız; Kuran’ı açıp dinin ne olduğunu öğrenmemiz, haramları, helalleri, kadının konumunu, sanatın değerlendirmesini Kuran’ın anlattıklarına göre anlamamız ve dinin yalnız ve yalnız Kuran’dan anlaşılan kısım olduğunu algılamamız çok önemlidir. Bu anlaşıldıktan sonra dileyen Kuran’la çelişmeyen geleneklerini elbette devam ettirebilir fakat bu gelenekleri dinden ayrıştıran bir zihne kavuşmak önemlidir.

 

Bu yöntem, Kuran’ı dinin tek kaynağı kabul etmenin doğal sonucudur. Eğer Kuran’ın tek kaynak olduğu kabul ediliyorsa, o zaman her şey tabii ki bu kabule göre şekillenecektir. Böylelikle dini anlamanın yöntemi de belirlenmiş olacaktır. Bu yöntem ise Kuran’ın, yalnız Kuran’ın temellerinde dini anlamaktır. Dini anlamak da bir yöntem işidir, her bilim dalı da yöntem gerektirir. Bu kitapla yapmaya çalıştığımız da bu yöntemi ortaya koymak, sonra bu yönteme göre sonuca gitmektir. Mezhepçi İslam’ın birçok uydurmasının halk arasında geleneğe dönüşmesi ve sadece Kuran’a gidince ortaya çıkacak radikal değişiklik kimseyi korkutmamalıdır. Çünkü unutulmamalıdır ki Allah’ın dinden muradı budur. Gerekli her şey Allah’ın kitabında vardır. Kuran’da yer almayanlar, Allah’ın bizi serbest bıraktığı konulardır. Bu yüzden Allah adına din kurmaya çalışanlar, Kuran’ın önüne geçip mezhep başlığı ile dini bozanlar, sadece Allah’ın kitabına uyup uyduruk mezhepçi izahları ellerinin tersi ile itenleri “mezhepsiz” diye karalayanlar, elbette ki kendi mezheplerinin din anlayışı ortadan kalkarken güneş doğarken bağıra çağıra kaçışan yarasalar gibi yaygara yapacak ve düşmanlıklarını sergileyeceklerdir.

 

TÜM MESELE YÖNTEMİ BELİRLEME

Tüm sorunların çözümünde yöntemin önemi ısrarla ve ısrarla vurgulanmalıdır. Bunun aksi; kişilerin Allah’ın dinini değil heva ve heveslerini, geleneklerini, popülist eğilimlerini, şahsi görüşlerini din yapmalarıdır. Kuran’a artı izah yapılması kadar, Kuran’dan eksilterek izahlar yapılması da felakettir. Kuran’ı yaşadığımız çağa uydurmaya kalkmak da önemli sorunlardan birisidir. İnsanların aklını yaratan Allah’ın, kendilerinden daha akıllı olduğunu anlamayan bazıları, Allah’ın dinini kendi akıllarına (özellikle kendi çağlarındaki görüşlere) uydurmaya çalışmaktadırlar. Örneğin Kuran % 95 oranında çağımızla uyum sağlıyorsa ve çağımızdaki genel görüşle Kuran arasında % 5’lik bir fark varsa; Kuran’ın % 5’ini çekiştirip çağımıza uydurmaya çalışmamalıyız. Her şeyi yaratan Allah’ın, bizden daha iyi düşündüğünü bilip % 5’lik zihniyetimizi Kuran’a göre düzeltmeli, dinin tek kaynağı olan Kuran’a eksiksiz uyma yönteminden taviz vermemeliyiz. Bugünkü mezhepçi dinin hatalarının kökündeki en önemli sebeplerden biri, Emevi ve Abbasi dönemindeki kişilerin, kendi çağlarının görüş, gelenek ve kabullerini dinselleştirip, kendi devirlerine göre popülist bir yaklaşım sergilemiş olmalarıdır. Bizim de, “orta yolcu” olarak ortaya çıkanlar ile ilgili endişemiz; Emevi ve Abbasi dönemindeki tavrı, bu şahısların günümüzde sergilemeye kalkmalarıdır. Kuran ile mezheplerin dininde orta yol bulmaya kalkılınca, hakem kim olacaktır? Tabii ki bu orta yolcuların kendileri; yani etten, kemikten insanlar. Oysa din Allah’ın tekelindedir ve Kuran Allah’ın sözü olduğu için tek hakemlik yetkisine sahiptir. Kuran’ı tek hakem, tek kaynak ilan etmek, dini tek başına gerçek sahibi olan Allah’a teslim etmektir; her şeyin yaratıcısı olan Allah’a. Bunun aksi tavırlar, yaratılmış olan insanlara da evrensel dini hükümler koyma yetkisi vermek demektir.

Bu arada Kuran’ı anlamada bazı ihtilafların ortaya çıkması elbette mümkündür; bu ihtilafları çözmeye çalışmayı, orta yol bulma hedefiyle yapılacak düzenlemelerden ayırıyoruz. Bu ihtilaflarda, Kuran’ın bütünlüğü içinde konuyu anlama ve bütün anlayışları samimi şekilde değerlendirmek temel yaklaşımımız olmalıdır. Bu ihtilafların çözümünde bir konu bir âlimin, diğer konu öbürünün önerisiyle çözümlenebilir. Fakat kimi ihtilafların çıkabilecek olması, belli şahısların taklitçiliği (mukallitliği) anlamındaki mezhepçiliğin benimsenmesinin mazereti olamaz.

 

Dini konulara yöntemli bir şekilde yaklaşmalıyız. Akademisyenlerimiz de bu konuda titiz olmalıdırlar. Bilimsel yaklaşımın ve keyfilik yerine yöntemselliğin öneminin, en iyi akademisyenlerce anlaşılması beklenir. Fakat bazı akademisyenler, önce belli bir mezhepten olduklarını söyleyip, daha sonra mezheplerine tamamen zıt fikirler ortaya koyabilmektedirler. Veya Kuran’a dayalı bir İslam anlayışını savunduğunu söyleyen bazı akademisyenler, kafalarına esince, hadis ve mezheplerden sonuca giderek kendi savundukları yöntem ile çelişebilmektedirler. Akademisyenlerimiz, geleneklerin zihinlerine vurduğu prangalardan kurtulacaklar ve popülizmi bir kenara bırakacaklardır ki yöntemsel olarak konuya yaklaşsınlar. Çünkü yöntemsellik; objektiflik, keyfiliğe yer olmaması, popülizm adına hareket edilmemesi demektir. Yöntem, dindeki otoriteyi bir tek Allah’ın kitabına vermek olursa, hiçbir insanın keyfi yaklaşımlarına, insanlar hoşlansın veya gelenekler devam etsin diye popülist veya gelenekçi oluşumlara fırsat tanınmaz. Yani Allah’ın detaylı bir şekilde indirdiği din böylece bir tek Allah’ın tekelinde kalır. Kısacası, arzuladığımız bu sonucun en büyük dostları objektiflik ve yöntemsellik, en büyük düşmanları ise gelenekçilik, keyfilik, menfaatperestlik ve popülizmdir.

 

Allah size kitabı detaylandınlmış bir halde indirmişken ondan başka hakem mi isteyeyim?

6Enam Suresi 114

BÜTÜN HADİSLER ŞÜPHELİDİR

 

Bu kitapta, hadislerin Kuran’la, birbirleriyle, mantıkla, insafla çelişmesini örnekleri ile uzun uzun anlatmaya çalışmamız Kuran’ın dini kaynak olarak yeterliliğinin ve aksi görüşlerin içine düştükleri çelişkiler ile mantıksızlıkların açığa çıkması içindir. Kuran’ın yanına kaynak olarak ilk konulmaya çalışılan hadis olmuştur. Hadisin bile Kuran’ın yanında dini kaynak olamayacağının anlaşılması, mezhep imamlarının, birçoğu hadislere dayandırılmış, önemli bir kısmı ise hadisten de bağımsız kendi çıkarımlarına dayanan hükümlerinin dinin kaynağı olamayacağını daha baştan gösterecektir. Bu ise bizi, kitabın başından beri belirttiğimiz, dinin kaynağının sadece ve sadece Kuran olduğu sonucuna, yani bu yöntemin doğruluğuna bir kez daha götürecektir.

 

Falanca hadis mütevatirdir, yani birçok kaynaktan gelmiştir izahı da kimseyi aldatmasın. Kuran’da bir husus eksik değildir ki mütevatir hadise de ihtiyaç olsun. Üstelik hangi hadislerin mütevatir olduğu konusunu da hadisçiler tartışmışlardır; bütün hadisçilerin ortak olarak “mütevatir” olduğunu ifade ettikleri beş tane hadis bile gösterilemez. Yani hangi hadisin mütevatir olduğu mütevatir değildir. Unutulmasın ki ne Peygamber, ne de dört halife tek bir hadis kitabı, tek bir hadis sayfası bile oluşturmadıkları gibi, hadis yazımını ve naklini yasakladılar. Üstelik bu şahıslar isteseler, doğru hadisleri toparlayabilirlerdi. Çünkü Peygamberimiz’in kendisinin veya çok yakınlarının, Peygamberimiz yaşarken veya vefatından hemen sonra doğruluk oranı yüksek hadis kitapları oluşturmaları mümkündü. Fakat onlar, en mütevatir denilen hadisleri bile “Kuran yeterlidir” ve “insanlar Kuran’dan başka sözlerle ilgilenmesinler” diye yazdırmadılar ve toplamadılar. Oysa bugün, sorun sırf Kuran’dan başka kaynaklarla ilgilenilmesi değildir. Bugünkü dert, doğru ile yalanın ayırt edilemeyecek şekilde karışmış olmasıdır.

 

Kuran’la, birbirleriyle ve mantıkla çelişen hadisleri Peygamber söyleyemeyeceğine göre bunların yalan olduğu açıktır. Fakat Kuran’la, başka bir hadisle ve mantıkla çelişmeyen bir hadis için bile “yüzde yüz Peygamber’in sözüdür” demek doğru değildir. Hadis rivayetine kızan bir kişinin, Kuran’daki surelerin faziletleri hakkında hadis uydurup, kişileri Kuran okumaya sevk etmeye çalışması, ölmeden önce ise bu hadisleri uydurduğunu itirafı, hadis oluşumunu açıklayan kitaplarda anlatılan bir vakadır. Sonuç olarak şunu anlamalıyız ki, Kuran dışında en mütevatir, en mantıklı gözüken hadisler bile dinin kaynağı olamazlar. Kuran, mantık ve çelişki süzgeçlerinden geçen hadislerin siyer, İslam tarihi gibi alanlarda kullanılması mümkündür, hatta yararlı olacaktır. Bu alanlarda haram ilan etme gibi bir husustaki kesinlik gerekli değildir, zanla hareket etmek mümkündür. Bu hadisler, Kuran’la çelişmiyorsa gerçek olabilirler. Fakat her halükarda bu hadislere farz ve haram saptamada ihtiyacımız yoktur.

 

Oysa bugün, sorun sırf Kuran’dan başka kaynaklarla ilgilenilmesi değildir. Bugünkü dert, doğru ile yalanın ayırt edilemeyecek şekilde karışmış olmasıdır. Hadislerin Kuran’a uygunluğuna ve mantıksallığına bakarak birçok yalan hadisi anlayabiliriz, fakat doğru hadisi hiçbir şekilde anlayamayız. Kuran’la, birbirleriyle ve mantıkla çelişen hadisleri Peygamber söyleyemeyeceğine göre bunların yalan olduğu açıktır. Fakat Kuran’la, başka bir hadisle ve mantıkla çelişmeyen bir hadis için bile “Peygamber’in sözüdür” demek doğru değildir. Hadis rivayetine kızan bir kişinin, Kuran’daki surelerin faziletleri hakkında hadis uydurup, kişileri Kuran okumaya sevk etmeye çalışması, ölmeden önce ise bu hadisleri uydurduğunu itirafı, hadis oluşumunu açıklayan kitaplarda anlatılan bir vakadır. Sonuç olarak şunu anlamalıyız ki, Kuran dışında en mütevatir, en mantıklı gözüken hadisler bile dinin kaynağı olamazlar. Bu hadisler, Kuran’la çelişmiyorsa gerçek olabilirler. Fakat her halükarda bu hadislere ihtiyacımız yoktur; üstelik bu hadisler zandır, şüphelidir ve din zanna, şüpheye terk edilemez.

 

115- Rabbinin sözü doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir.

116- Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zanla yalan söylerler.

6Enam Suresi 115-116

KRALDAN ÇOK KRALCI OLUP DİNİ PEYGAMBERDEN ÇOK DÜŞÜNENLER!

 

Kuran’la mezheplerin orta yolunu bulma çabasında; “Hiç olmazsa şu hadisleri dinin kaynağı olarak alalım” söylemiyle, illaki Kuran’ın yanına bir dini kaynak koymaya kalkan orta yolcular kimseyi aldatmasın. Surda bir gedik açılırsa, tüm hadislere de kapı açılabilir. Kimse kraldan çok kralcı olduğunu iddia edip, Peygamberimiz’in yapmadığını yapıp, dini Peygamber’den bile daha çok düşündüğünü öne sürmemelidir. Üstelik bunun, Peygamber adına yapıldığı iddiası aldatıcıdır.

Bu popülist orta yolcu sınıftan daha değişik bir orta yolcu sınıfa da dikkat çekmek istiyoruz. Bu kişiler çok yaygın bir kitledir. Bunlar, “Ehli Sünnet’im” derler. Üstelik belli tarikatlara, gruplara mensup olduklarını söylerler. Fakat bu kişilerin mezhebine göre erkeklerin illaki sakal bırakması lazımken, bunlar sakalsızdır. Yine bu kişilerin mezhebinde tüm telli sazlar haramken, bunlar müzik dinler, üstelik kimileri radyo, televizyon kurup, müzik yayını bile yaparlar. Bunların mezheplerinde haremlik selamlık farzken, kadın sesinin duyulması bile şüpheli iken, radyo ve televizyonlarında başı açık kadın spikerler kullanır, erkeklerle kadınların karışık oturacağı ortamları menfaatleri gerektirirse oluştururlar. Üstelik ısrarla mezhepçi görüşleri savunur, Kuran’ın anlattığı İslam ile mücadele bile ederler. Bunların savunduğu başka, yaşadığı başkadır. Bu yaptıklarını “tebliğ taktiği” gibi kılıflarla açıklamaya çalışırlar. “Ortam müsait olursa, olsaydı” başlığı ile başlayan konuşmalarında; mezheplerin sakal bırakma, müzik yasağı, haremlik-selamlık gibi izahlarını temize çıkarmaya gayret ederler. Halkın birçoğu ise mezheplerin izahlarını, uydurma hadislerden çıkan sonuçları bilmediği için, bu “samimi mezhepçi” görünümlü kişilerin hareketlerine bakarak mezheplerin İslam’ını anlamaya çalışmaları sonucunda yanlış kanaatlere varırlar. Bu kimseler, sakalın o kadar önemli olmadığını, haremlik selamlık olmadan da olabileceğini, müzik dinlenebileceğini, mezheplerin İslam’ının bunlara karşı o kadar katı olmadığını zannedebilirler. Bunun sonucunda ise burada çizdiğimiz tabloda abartının hiç olmadığını anlayamazlar.

 

İŞİD SÜNNİLİĞİN BİR ÖRNEĞİDİR

 

Sünni hadis ve fıkıh kaynaklarına göre yaşam tarzının nasıl olması gerektiğini öğrenmek isteyenler IŞİD’i, Şii mezheplerin İslam’ını öğrenmek isteyenler İran’daki Şiiliği inceleyebilir. Onlar abartılı birer varyasyon değil, bilakis Sünniliğin ve Şiiliğin ta kendileridir. “Tebliğ yapıyoruz, ileride biz İslam’ı hâkim edince şöyle şöyle yapacağız” diyerek şimdi sakaldan, haremlik selamlıktan, cübbeden, müzik yasağından kaytaranlar, hadis ve fıkıh kitaplarının görüşlerini terk etmektedirler. IŞİD gibi oluşumlar kendi sapmaları içinde tutarlıdırlar çünkü hadis ve fıkıh kitaplarındaki eleştirdiğimiz izahları “ciddi” bir şekilde uygulamaya çalışmışlardır.

 

Türkiye’nin sosyolojisine, geleneklerine, hayat tarzına birçok yönden damga vurmuş Sünniliğin ve Kuran’ın anlattığı dinin farkları aydınlarımızca ne yazık ki çok çok az bilinmektedir. Bu kitap, umarız aydınlarımızın bu konuda aydınlanmalarına katkıda bulunur. Günümüzde Sünnilik veya Alevilik, aileden çocuğa geçen etnik bir kimlik olarak algılanmaktadır. Bu mezheplerin etnik bir kimlikle hiçbir alakası olmadığı bile birçok kişi tarafından tam anlaşılamamıştır. Etnik kökenle hiçbir alakası olmayan ve etnikleştirilen, mensubu olunması adeta bir tarz milliyetçiliğe, hatta ırkçılığa dönüştürülen bu mezhepler yüzünden gereksiz sorunlarla yüz yüzeyiz. Bu mezhep kavramları o kadar yanlış kullanılıp, o kadar milliyetçiliğe dönüştürülmüştür ki bir ateist kendisini “Alevi” diye tanıtabilmekte, müzik dinleyen, sakalsız, cübbesiz, kadınlarla el sıkışabilen biri ise “Sünniliğin koyu bir savunucusu” olabilmektedir.

 

AYDINLARIMIZ AYDINLANIRSA

 

Mezheplerin özü bilinmeden dini gruplara getirilen eleştiriler tutarlı olmaz. Örneğin Sünniliği tam uygulamaya çalışan ve bağlılarına peçe giydirten bir grup şiddetle eleştirilirken, diğer yandan Sünni olduğunu söyleyen sakalsız bir Diyanet İşleri Başkanı veya bir dini grup lideri, “Sünniyim” deyip kendi mezhebince bir zina türü olan kadınla tokalaşmayı gerçekleştiren “İslamcı”; bu açıklamalarından ve fiillerinden dolayı eleştirilmemektedirler. Neden? Çünkü aydınlarımız Sünnilik nasıl olur bilmiyorlar da ondan. Eğer bilselerdi, peçe ve sakal uygulamalarını gerçekleştirenlerin diğerlerinden daha samimi olduğunu göreceklerdi. Sakalsız şeyhlerin, müzik yayını yapan grupların, el sıkışan liderlerin tutarsızlıklarını anlayacaklardı. Bunlar inançlarının gereklerini yerine getirmedikleri gibi bir de kendilerini belli özel dini konumlarda görmektedirler!

Tabii ki Kuran’ın anlattığı dine göre sakal, cübbe diye bir mecburiyet yoktur, Kuran müziğe bir yasak getirmez, kadın-erkek el sıkışamaz diye bir hüküm de koymaz. Bazı orta yolcu, uygulamada bilinçsiz kişiler; Kuran’ın anlattığı İslam’a karşı gelip, mezheplerin İslam’ını savunmakta fakat mezheplerinin gereğini de yerine getirmemektedirler. Mezheplerin İslam’ında daha evvel gördüğümüz gibi tüm bu yasaklar vardır. Hiç kimseyi “tebliğ yapıyoruz, bu tebliğ taktiğidir” diye kandırmasınlar. Siz evvela yaşamınızla savunduğunuz sistemin nasıl yaşandığını gösterin, en büyük tebliğ o olacaktır. Savunduğunu yaşamayıp, bir de “tebliğ” başlığıyla, o sistemin savunuculuğunu yapmak nasıl bir çelişkidir? Gerçek Sünniliği bilmeyenler; sakalsız, cübbesiz bu mezhepçileri kimi zaman “aydın Müslümanlar” olarak ilan etmektedirler!

Görüldüğü gibi gerçek aydınların Kuran’ı, bu mezheplerden farklarıyla beraber bir an önce öğrenmeleri önemli bir gerekliliktir. Dinsizlik adına bu gruplara yapılan hücumlar, bu grupların daha çok güçlenmesine sebep olur. Üstelik bu saldırıları seyreden halk, hücumları dinsizlikle aynı kefeye koyunca, mezhepleri din ile özdeşleştirebilir. Bu çok büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin tek etkili ilacı, gerçek din ile mezheplerin uydurmalarla dolu yapısının ayırt edilmesidir. Sünni mezhepler tam anlaşılırsa, o zaman Kuran’ın anlattığı İslam’ın değeri de tam anlaşılacaktır. Eğer Sünnilik şampiyonluğu yapanlar savundukları sistemi yaşarlarsa, halk Kuran’ın anlattığı İslam’ın değerini ve mezheplerin izahlarındaki felâketleri çok daha çabuk ve çok daha iyi kavrayacaktır.

Bu arada, Kuran’ın anlattığı İslam’a inananların Kuran’a, mezheplerin İslam’ına inananların mezheplerinin kitap ve ulularına sahip çıktıklarından çok daha fazla sahip çıkmaları gerektiğini hatırlatalım. Kuran’ı dinin yegâne kaynağı gören Müslümanlar, mezhepçilerden daha cesur olmalı, daha çok çalışmalıdır ki Allah’tan, bu mezheplerin Kuran’a aykırı hatalarını gidermesini istemeye yüzümüz olsun. Uydurmalarına sahip çıkan, onu bunu aforoz edip kendini dine kabul, dinden ret makamı görenlerin, dinin kendisi zannedilmesi ne acıdır! Bu şahıslar din adına konuşurken, dini bilmeyen halk, bunların aslında mezheplerinin-tarikatlarının adına konuştuğunu bilmemektedir, üstelik bu kesimin izahlarından sonra birçok kişi dinden uzaklaşmakta hatta din düşmanı olmaktadırlar. Tabii ki bunda bu uydurukçuları dinle özdeşleştirenlerin ve Kuran’ı anlamaya çalışmayanların da suçu vardır. Artık hepimizin cehaletimizi yenip Kuran’ı anlamamızın ve Allah adına konuşan mezhepçileri susturmamızın vakti gelmiştir. Bunu yapacak olanları kendi dışınızda aramayın. Başımıza gelenler hep “Bu sorumluluğu ben almayayım da kim alırsa alsın” kaytarmacılığından gelmektedir. Bunu yapacak olan benim, sensin, biziz, sizsiniz.

Bir cevap yazın